Sosyo-Ekonomik Açıdan Türkiye Musevileri
T
|
arihte birçok
acılara şahit olan Yahudiler için belki de en önemli kırılma noktası, 31 Mart
1492 yılında İspanya’dan sürgünleridir. İspanya Kralı Aragonlu Ferdinand ile
Kraliçe Kastilyalı İzabella, imzaladıkları “Kovma Fermanı” ile “Krallık
sınırları içerisinde yaşayan Yahudilerin, karılarının, çocuklarının ve
hizmetkarlarının, yaşları ne olursa olsun… Katolikliği kabul etmelerini…”
emrediyor, aksi taktirde “ İyice
düşündükten, salim kafa ila mütalaa ettikten sonra emrediyoruz ki krallığımızda
yaşayan tüm Yahudiler kovulsun ve asla geri dönmesinler” buyuruyordu.
Yahudilerin bir kısmı, kerhen de olsa, din değiştirirken, Yahudilerin
ekseriyeti gelenek ve dinlerini feda etmektense vatanlarını terk etmeyi yeğledi
ve yeni bir yurt arayışına girdi. Birçok devletin, bu göçmenleri kabul etmeye
yanaşmadığı böyle bir ortamda Akdeniz’in diğer ucundan; II. Bayezid’in
hükümdarlığındaki Devletiosmani, Yahudileri yalnız kabul etmekle iktifa
etmemiş; onlara kucak açarak, onlarla yurtlarını paylaşmışlardır.
II. Bayezid beylerbeyleri ve sancakbeylerine gönderdiği bir fermanda “
… Yahudi göçmenleri geri çevirmek şöyle dursun hiçbir zorluk çıkarılmamasını,
tam bir içtenlikle karşılanmalarını, aksine hareket ederek göçmenlere kötü
muamele yapacakların veya en ufak bir zarara sebebiyet vereceklerin
cezalandırılacağını…” bildirmiştir.
Bu ferman, milletimizin genetik kodlarında bulunan misafirperverlik ve
hoşgörü hasletlerini kanıtlar nitelikte. Bu yazıda; 1492 yılında Türk insanı
ile kaderi kesişen Yahudilerin, Türkiye Musevilerine dönüş serüvenini ve
Türkiye Musevilerinin Osmanlı toplumu üzerindeki sosyo-ekonomik etkisini
inceleyeceğiz. Bununla beraber Türk millet ve devletinin Yahudilere karşı sahip
olduğu insancıl yaklaşımı, insanlığa örnek teşkil etmesi umudu ile anlatacağız.
İslami ve Yahudi Kaynaklara Göre Yahudilik
Yahudilerin ataları İbranilerdir, ve en önemli ataları Hz. İbrahim’dir.
İbraniler, Hz. İbrahim öncülüğünde Mezopotamya’nın Harran şehrinden, Filistin’e
göç ettiler. Hz. İbrahim’in oğlu Hz. Yakup’un adı Tanrı tarafından İsrail
olarak değiştirildi ve onun oğullarının adlarıyla anılan on iki kabile de
İsrailoğullarını teşkil etti. Ardından İsrailoğulları Mısır’a göç ettiler.
Firavunların İsrailoğullarına zulmetmesi üzerine, Merenotah zamanında Hz. Musa
önderliğinde Mısırdan M.Ö. 1250 yılında çıkmışlardır. Bu olay ( Exodus ),
Yahudi tarihi açısından gayet önemli bir kırılma noktasıdır.
Yahudiler, Tevrat’a dayanarak, köklerinin İbrahim (Avraam) oğlu İshak’a
(Yitshak) dayandığını iddia etmektedirler. Yahudilere göre, “ İshak, İbrahim’in
karısı Sara’nın oğludur. Arapların baba İbrahim olmakla beraber, Sara’nın
kölesi Hacer’den türediklerini söyleyerek onları köle çocuğu olmakla küçümser;
babaları İbrahim (Avraam) olduğu halde onları kendileri dışında görürler.
Kendilerini asil ve Yehova(Tanrı)’nın seçkin ve imtiyazlı bir ırkı sayarlar.[2]
Yine Yahudi kaynaklara göre, “İsrail, Hz. Yakup (Yaakov)’un lakabıdır.
Bilindiği gibi Hz. Yakup, Hz. İbrahim’in Hz. İshak’tan olma torunudur. Hz.
Yakup’a ‘Abdullah’ ya da ‘seçilmiş kişi: Mustafa’ anlamına gelen bu lakabın
Allah tarafından verildiğini inanılır. İsrailoğulları, Hz. Yakup’un 12 oğlunun
neslinden gelenlerin tümüne verilen addır. Hz. Yakup’un büyük atası Hz. İbrahim,
Sümer’deki Ur şehrinden gelmiş ve Milat’tan yaklaşık 2200, Exodus’tan 1000 yıl
önce Filistin’e yerleşmiştir. İsrailoğullarından Mısır’a ilk yerleşen Hz. Yusuf
(Yosef)’tur. Kardeşlerinin kıskançlık ve ihaneti sebebiyle Hz. Yusuf’un,
esaretle başlayıp Mısır hükümetinde bakanlığa kadar varan serüveni sonucunda,
Filistin’de çıkan bir kıtlık nedeniyle 70 kişilik bir kafileyle Mısır’a gelip
yerleştiler.”[3]
-
İslam Kaynaklarına Göre
Hz. İsmail ve Hz. İshak, Hz. İbrahim’in oğulları olup, babaları bir,
anneleri ayrı olan kardeştirler. Kısas-ı Enbiya yazarı, Ahmet Cevdet Paşa’ya
göre, Hz. İbrahim Sara’nın çocuğu olmadığından Hacer’le evlenmiş ve ondan Hz.
İsmail olmuştur. Sara’nın bu duruma ziyade üzülmesi neticesinde Cenabıhak
merhamet ve inayeti ile ihtiyarlığında kendisine İshak’ı ihsan etmiştir.
İsrailoğulları Kudüs’ün, İsmailoğulları ise Mekke’nin koruması ve idaresini ele
aldılar. Hz. İbrahim’in soyundan gelen bütün peygamberler Kudüs’ün muhafızı
idiler. Bunlardan sadece Hz. İsmail Mekke muhafızlığı ile sorumluydu. Kudüs
İsrailoğullarının, Mekke ise İsmailoğullarının kıblesiydi. İbadetlerini
buralara yönelerek yapıyorlardı.
Hz. Yakub’un on iki oğlu olur. Kur’an’da İsrailoğullarının on iki
kabile olduğundan söz edilir[4]
ki, her kabile Hz. Yakup’un bu oğullarından gelmektedir. Hz. Yusuf ise,
İsrailoğullarının ilk önemli şahsiyetidir ki İsrailoğullarının Mısır’a göçü
onun sayesinde olmuştur.[5]
“Yahudi” kelimesinin menşe
itibariyle etimolojik izahı da ihtilaflı bir mevzudur. Yahudi kaynakları, bu
ismin Hz. İshak oğlu Hz. Yakup’un en büyük oğlu olan Yuda, veya Yahuda’dan
geldiğini ve bu sebepten dolayı Hz Yakup’un 12 oğlundan gelen soyun adına
Yahudi dendiğini belirtmektedir. Dolayısıyla, bu kavimden gelenlere hem İsrailoğulları
hem de Yahudi denmektedir.
Türkiye Yahudileri
Türkler 1071 Malazgirt
Muharebesi ardından Anadolu’yu istila etmeye başladılar. Bu süreçte ele
geçirilen hemen her yerleşkede Yahudi nüfus ile karşılaştılar. Bu süreçte
Türkler ilk kez Bursa’da büyük Yahudi cemaatleriyle karşılaştılar. Fakat asıl
büyük Yahudi kesafetiyle Edirne’nin fethi ile karşılaşıldı. Buradaki
Yahudilerin geçmişi Bizanslara dayanmaktaydı. Bizans, Milat’ın dördüncü asrına
doğru Yahudi cemaatlerin bu bölgeye yerleşmesine müsaade etmişti. Bunların
yanında, Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u kuşattığı esnada Yahudi cemaatlerin
gösterdiği bitaraflık, Osmanlı-Yahudi ilişkileri açısından önemlidir.
Şehir 1453’te düştüğünde gerek Haçlı Seferleri, gerek Bizans’ın
zenginliğini şehre aksettirmemesi sebebiyle perişandı. Fatih, bu şehri yeniden
canlandırmak için büyük girişimlerde bulundu. Sultan, hayatı boyunca 190 camii,
24 ilkokul ve medrese, 32 hamam ve 12 ticaret hanı inşa ettirdi ve bir bedesten
kurdu. Bu hamlelerin yanında, ticari hayatın canlanması amacıyla Anadolu’daki
Türkmenleri şehre yerleştirdi. Ayrıca Bursa ve Edirne’de yaşayan Yahudileri
İstanbul’a yerleşmeleri hususunda ikna etti. Bu tedbirler sonucu 1453’te 50.000
olan şehir nüfusu 1478’te 120.000’e ulaştı.[7]
Şehre gelen Yahudilerin ticari
kabiliyetleri Müslüman ve Hristiyanlardan oldukça yüksekti. İç pazarda
etkinliklerinin yanı sıra İstanbul ile yabancı ticaret merkezleri arasında bir
bağlantı tesis etmişlerdi. Fatih Sultan Mehmet, Hristiyan teba aksine
Avrupa’dan destek almayan Musevi cemaatleri diğer gayrimüslimlerin üstünde
tutmuş ve onlara bazı ayrıcalıklar tanımıştır. Galata, Balat, Hasköy ve
Bahçekapı’da yaşayan Yahudilere ciddi gelir vergisi indirimleri sağlanmış ve
ibadet özgürlükleri Şeyhülislam Mehmet Fenari Efendi’nin fetvasıyla güvence
altına alınmıştır.
Bu noktada bir hususa değinmekte
fayda var. Osmanlı yönetimi sadece Musevilere değil, bütün gayrimüslim
toplulukları belli muhit ve mahallerde ikamet ettirme yolunu seçti. Bu durum,
gayrimüslim tebaanın gerek lisanen gerek örf ve adetçe Osmanlılığa bigâne kalmalarına
ve kapalı topluluklar oluşturmalarına yol açtı. Bu bigâneliğin bariz şeklini
Musevilerde görüyoruz. Museviler arasında Osmanlı lisanı arzu edilen derecede
rağbet görmemiş ve dolaysıyla Museviler Osmanlı hayatı içtimaiyesinden
uzaklaşmışlardır.
Konumuza dönecek olursak; Fatih
Sultan Mehmet’in bu hoşgörülü ve müşevvik politikaları iki sonuç doğurmuştur.
Bunlardan birincisi, Osmanlı hoşgörüsünün Balkan halkları arasında duyulması ve
dolayısıyla Balkan fetihlerinde Osmanlı’nın yerel halk ile mücadele
etmemesidir. Bir diğeri de Aşkenaz Haham Isaac Sarfati’nin Orta Avrupa ve
Almanya’da baskı altında yaşayan Musevilere gönderdiği mektuplarda Osmanlı’yı
barış, kardeşlik, dostluk ve refah ortamı olarak tanıtmasıdır. Bu mektuplar
neticesinde Baverya ve Merkezi Avrupa’da yaşayan Aşkenaz Yahudilerinden Osmanlı
topraklarına önemli ölçülerde göçler yaşanmıştır.
No comments:
Post a Comment