”Dünya’nın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı
bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir!
Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahlûku anlaşılması
ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz?”
Sabahattin Ali
Sabahattin Ali, Kürk Mantolu
Madonna’sını 18 Aralık 1940 ile 8 Şubat 1941 yılları arasında, Hakikat
Gazetesi’nde “Büyük Hikâye” başlığıyla
48 bölümde tefrika etmiştir. İlk olarak 1943 yılında Remzi Kitabevi tarafından
basılan bu eser, aradan geçen 70 yıla rağmen kitapçıların “Best Seller” veya
“En Çok Satanlar” raflarındaki yerine muhafaza etmiştir.
Peki, nedir bu Kürk Mantolu Madonna’ya
olan büyük rağbetin sebebi? Nedendir ki 70 yıl gibi bir süre geçmesine rağmen
hala bu kitap yediden yetmişe herkesin elinde? Bu soruyu, eserin iki farklı
unsurunu ayrı ayrı değerlendirerek cevaplayacağım.
Eserin değerlendirmek istediğim ilk
unsuru muhtevası. “Bu kitabı neden bu denli çok seviyorsunuz?” diye sorduğum
hemen herkesin anlatılanların onları derinden etkilediğini söylemesi ve çoğu
insanın, eserin tesiriyle, “Zamanımızda böyle aşklar yok ne yazık ki” diye iç
çekmesi eserin niçin alışılagelmişin dışında bir rağbet gördüğünü açıklar
nitelikte.
Romanın olay örgüsü, klasik Yunan
trajedilerininkilerle benzerlik gösteriyor. İlk olarak bir hazırlık dönemi,
ardından gelen saadet aşaması ve bu aşamayı müteakiben gelen yıkım. Yine Yunan
trajedilerinde olduğu gibi, “yıkım” aşaması eserin sonunda olmasına rağmen,
yazar yaşanılacak olan yıkımı eserin başında okuyucularına haber veriyor.
Felaketin kaçınılmazlığı, trajedinin tesirini kat kat arttırıyor. Kitabı
okurken korkunç bir şekilde sonlanacağını biliyorsunuz. Bitirdiğinizde ise
‘keşke’ler kalır geriye. Keşke Maria Berlin’de kalsaydı… Keşke Raif kızını
gördüğünde elinden bir şey gelseydi. Keşke…
Sosyal
Realizmin Türk sancağındaki ilk büyük üstatlarından olan yazar; sol düşüncelere
sahip, muhalif bir insandı. Şüphesiz bütün yazdıkları bu duruşun etrafında
olmuştur. Fakat Kürk Mantolu Madonna’da, ideolojik manipülasyonlardan ve
didaktik söylemlerden eser yok, sadece sorgulama söz konusu. Kürk Mantolu
Madonna, yazarın diğer eserlerine göre siyasi ve içtimai mevzulardan uzak, daha
çok aşk merkezli bir roman. Yazar, karşısında durduğu düşünceleri apaçık bir
şekilde işaret etmemiş, fakat bu düşünceleri ayrıntıların ve konunun içine
kodlamıştır.
Eserde geleneksel aile yapısına ve dönemin
birtakım algılarına öfkelidir yazar. Fakat bu öfkesini büyük laflar kelam
etmeden ve mübalağaya başvurmadan, dingin bir üslup ile belirtir. Bu
yumuşaklıktır bize kendi isyan ateşimizi yaktıran, kendi hüznümüzü yaratan.
Sonuç olarak, eseri okuyan herkesin isyanı ve hüznü şahsidir. Herkes, her
okuyuşta farklı duygu fırtınaları yaşar.
Eserin başlarında, Raif’in Berlin’e
taşındığı ana kadarki bölümde, muazzam bir realizm dikkat çekiyor. Müthiş
tasvirler ve oldukça başarılı bir anlatım mevcut bu bölümde. Sonuç olarak,
kitap ilk sayfadan başlıyor okuru büyülemeye.
Fakat Nazım Hikmet ile mutabık olarak,
eserin ilerleyen kısımlarının, başlangıç kadar başarılı olduğunu düşünmüyorum.
Kitabın, Ankara’da geçen olayları konu alan ilk kısmı oldukça etkileyici ve
hatta büyüleyiciydi. O denli ki, Raif’in aile efradı ile ilgili yeni bir eser
kaleme alınabilirmiş. Bu noktada bir şeyi vurgulamak lazım gelir. Eserin
ilerleyen bölümlerinde, ilk bölümdeki başarısını yakalayamamış olması, ilk
bölümün şahaneliğindendir. Eserin her bölümü etkileyicilik bakımından vasatın
üzerindeydi.
Sabahattin Ali, Kürk Mantolu
Madonna’nın arkadaşları tarafından fazla romantik, anlamsız bir yapıt olduğu
yönündeki eleştirilerine, “Bu eser benim kafamın içinde yıllar öncesinden
hazırlanmıştı, yazıya dökmemek imkansızdı” diyerek yanıt vermiştir. Hakikaten
de yazar eseri kaleme alışından yıllar önce kurgulamıştır.
Bu kurgulayışta başta yazarın duygu ve
düşünce dünyasında yer edinen insan, sevgi, aşk, yalnızlık ve yabancılaşma
temalarının olduğunu söylemek mümkün. Sabahattin Ali’nin 1928 yılında devlet
kanalıyla Almanya’ya gönderildikten sonra orada tanıştığı ve aşık olduğu
Frolayn Puder adlı bayanla yaşadığı yoğun duygular da eserin yazılmasında bir
etken olarak karşımıza çıkar.
Yazarın hayatından izler taşıyan bu
eser, aynı zamanda yer yer Gogol ve Dostoyevski’den de çağrışımlar taşıyor.
Bilhassa Dostoyevski’nin gerçekten dünyadan kendini tecrit etmiş bir adamın
hezeyanlarını ve iç çatışmalarını anlattığı “Yeraltından Notlar” eseriyle büyük
benzerlikler taşıyor. Dostoyevski’nin kurguladığı asosyal, insanlardan korkan,
tiksinen ve nefret eden yar altı adamı modeli ile Raif Efendi arasında büyük
benzerlikler var.
Ayrıca belirtmekte fayda var ki
Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna’yı, Yani Maria Puder’i Andrea Del Sarto
tarafından yapılmış “Madonna della arpie” isim tabloyu referans alarak tasvir
etmiştir. Bu tablo şu an Floransa’daki Uffizi Galeri’de bulunmaktadır.
Realizmin belki de en başarılı
eserlerini vermiş olan yazarın bu eseri, yalnız edebiyatımızın en hüzünlü aşk
hikayelerinden birisi olmakla kalmaz, aynı zamanda, edebiyatımızın en başarılı
psikolojik anlatılarından birisidir. Bulunduğu çevreye yabancılaşmış ve içine
kapanmış bir insan kişiliği üzerine yapılan son derece başarılı psikolojik
analizler ve bu kişiliğin ardında yatan çok zengin bir duygusallık, kullanılan
dilin sadeliği be güzelliği ile birleşmiş ve Kürk Mantolu Madonna’yı bugün dahi
güncel kılmıştır.
No comments:
Post a Comment